Web Sitesi : WwW.OrtaSogutlukoyu.Tr.Cx
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Web Sitesi : WwW.OrtaSogutlukoyu.Tr.Cx

Sitemize Hoş geldiniz | Üyelik İçin Alttaki KAYIT Amblemine Tıklayınız
 
AnasayfaKapıGaleriLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
En son konular
» flaxseed lignan
Çerkez Göcleri Nedeni Icon_minitimeÇarş. Ağus. 03, 2011 7:51 pm tarafından Misafir

» Prices Of Medicines Being High
Çerkez Göcleri Nedeni Icon_minitimeÇarş. Ağus. 03, 2011 5:32 pm tarafından Misafir

» cod fish oil benefits
Çerkez Göcleri Nedeni Icon_minitimeSalı Ağus. 02, 2011 3:06 am tarafından Misafir

» casino fake money slots
Çerkez Göcleri Nedeni Icon_minitimeSalı Ağus. 02, 2011 12:40 am tarafından Misafir

» гинекологический осмотр видео онлайн
Çerkez Göcleri Nedeni Icon_minitimePaz Tem. 31, 2011 9:10 pm tarafından Misafir

» Wisconsin Drug Laws Fines
Çerkez Göcleri Nedeni Icon_minitimePaz Tem. 31, 2011 12:58 pm tarafından Misafir

» Продвижение неизбежно
Çerkez Göcleri Nedeni Icon_minitimeCuma Tem. 29, 2011 3:43 am tarafından Misafir

» Words To Drug Problems Song
Çerkez Göcleri Nedeni Icon_minitimePerş. Tem. 28, 2011 8:24 am tarafından Misafir

» mibHeemidogSS
Çerkez Göcleri Nedeni Icon_minitimePerş. Tem. 28, 2011 8:16 am tarafından Misafir


Çerkez Göcleri Nedeni

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
Yazar Mesaj
Admin
Admin



Yaş : Kayıt tarihi : 28/10/08 Mesaj Sayısı : 26 Nerden : Rep Puanı: 126

Çerkez Göcleri Nedeni Vide
MesajKonu: Çerkez Göcleri Nedeni Çerkez Göcleri Nedeni Icon_minitimeÇarş. Ekim 29, 2008 8:36 am

ÇERKES GÖÇLERİ

Tarih boyunca Türkiye toprakları yabancı ülkelerden kaçanların sığındığı bir yer olmuştur.



Bunun bir örneğiyle de, 1848 Burjuva Demokratik Devrimlerinin yenilgiye uğraması üzerine karşılaşmış bulunuyoruz; Polonya ve Macaristan'da yenilgiye uğrayan genç burjuva devrimcileri, diğer bütün kapıların kapalı olması nedeniyle, Türkiye'ye hücum ediyorlardı. Devrimleri bastıran Kutsal İttifak'ta Çarlık despotizminin katkısı en önde görünüyordu ve Moskova, kendi kapısını kapatmanın ötesinde, Osmanlı sultanının bunları kabul etmesini bile hoş karşılamıyordu. Osmanlı yönetimi baskılara boyun eğmedi, artık askeri başarılar kazanarak Hıristiyan çocuklarını bir eğitimden geçirip "Osmanize" etme imkânını çoktan yitirmiş İstanbul'un böyle bir hücumda kendisini yenileme imkânını görmesi son derece şaşırtıcıdır; bunların bir bölümü sivil ve askeri kamu işlerinde hızla yükselebilmiş ve ordular yönetmiştir. Aralarından birisi, Polonya Devrimi'nde yenik Yüzbaşı Konstantin Borjenski, hem M. Celadettin Paşa olarak büyük görevler üstlenmiş ve hem de, kadim ve çağdaş Türkleri konu alan bir kitabıyla, ilk "Türkçü" yazarlardan birisi olmuştur; Cumhuriyet Türkiyesi’nin hâlâ en büyük şairi sayılan Nâzım Hikmet, Borjenski'nin büyük dedesi, işte bu Konstantin Celadettin Paşa'dır.



Kuşkusuz, bunların hepsi Ömer veya Celadettin Paşa gibi şanslı olamadılar; sürgüne mahkûm pek çok devrimci örneği, Pera'da kahvecilik ya da lokantacılık yapanlar daha çoktur. Ancak kahveci de olsalar böylelerinin, Türkiye'nin düşün yaşamına ve yeni davranış kalıplarına katkısının hiç de diğerlerinden daha az olmadığını düşünmek için nedenlerimiz var; ilk yenilikçi Türk aydınlarının bu kahvelerin müdavimi olduklarını ve yenik devrimcilerden özgürlük ve devrim dersleri aldıklarını biliyoruz. Türkler, kitaptan daha çok eylemlilikle tahsili tercih ediyorlar; tarihi romancılardan, politik analizleri kahvecilerden öğrenmeyi seviyorlar.

Daha çok Macar ve Polonya kaynaklı burjuva demokrat aydınların akınından sadece on beş yıl kadar geçtikten sonra Türkiye, ölçek ve nitelik açısından, bunlarla karşılaştırılması mümkün olmayan bir büyük göçmen akınına uğramıştır; bu son derece etkili akın da tarihsel ve sosyal etkileri bakımından henüz incelenmiş olmaktan çok uzak görünüyor. Son yıllarda bu akınla ilgili bazı değerli envanter çalışmalarının çıkmaya başladığını görüyoruz; ancak, henüz bu büyük exodus sadece roman fragmanları düzeyinde ve çok yüzeysel olarak ele alınabilmiş durumdadır. Hâlbuki genellikle "Çerkez" denilen ve kendilerininse kendilerini genellikle "adige" olarak bildiği bu Kafkasyalı kavmin, ancak daha sonraki ve yine ters yönde Ermeni zorunlu göçüyle mukayese edilebilecek bu trajik hicreti, hem Osmanlı ve hem de Cumhuriyet Türkiyesi’nin her yanında ve her çizgisinde derin izlere sahiptir; bu kadar az incelenmiş olmasını son derece üzücü bulmak durumundayız.



Şu söylenebilir mi? Osmanlı düzeni, yayılma döneminde aldığı esirlerle, kendisini besleme ve yenileme imkânı buluyordu ve küçülme döneminde ise, göçlerle olağanüstü bir tazelenme imkânına kavuştu. Birincisi çok iyi biliniyor ve ikincisinin önemli ölçüde ihmal edilmiş olduğunu söyleyebiliriz; hâlbuki Profesör Karpat'ın yeni bir çalışması, XIX. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun, Balkanlar, Kırım ve Kafkasya'dan beş milyon göçmen almış olduğunu ortaya koymaktadır. Profesör Karpat, bu beş milyonluk yeni insanın geliş tarihini 1908 yılıyla sınırlandırmaktadır ve asıl göçlerin Kırım Savaşı'yla başladığını kabul edecek olursak, elli yıl kadar kısa bir zamanda, Osmanlı toplumu için çok büyük bir akın olduğuna hükmetmek durumundayız. Bundan sonra göç olmadığı anlamında değil, tahminin istatistik sınırı buradadır ve yine Profesör Karpat'ın saptamasına göre, bu büyük göçün çok azı Suriye ve Irak'a yerleştirilmiştir; tamamına yakını Anadolu'ya dağıtılmış olmaktadır.



Kuşkusuz çok kısaca aktardığım bu çok özet istatistik, yakın zaman Türkiye tarihinin en hareketli olduğu bu dönemle ilgili pek çok değerlendirmeyi yeniden ele almayı zorlayıcı bir ağırlığa sahiptir; bu ise, Sırlar’ın sınırlarının çok dışına düşmektedir. Yalnız bizim sırlarımızın bazısını da açıcı bir etkiye sahip bulunuyor; bu beş milyon içinde, başlı başına en büyük etnik topluluğun Çerkez halkı olduğunu söylemek, tek başına bir açıklık sayılmalıdır. Özellikle Rusya yayılmacılığı karşısında küçüldükçe yeni, Müslüman ve önemli ölçüde Çerkez halkını içselleştirmesi, belki de, Osmanlı düzeni açısından Mavi Gök'ten gelen ve pek dillendirilmek istenmeyen bir lütuf olmuştur.



Nasıl olmaz ki; Osmanlılar, poligamiye tutkulu olmaları kadar eşlerini başka kavimlerden seçmeye düşkünlükleriyle de ünlüdürler. Kuruluş ve yükseliş aşamasında Osmanlı prensleri arasında annesi Türk olan, ihmal edilecek kadar azdır; bu açıdan, Osmanlı yönetenlerinin, sultanlarının, ne ölçüde Türk oldukları her zaman tartışmaya açıktır. Yalnız, yayılmanın durması ve daralma, vasal Hıristiyan dinastilerden prenses bulmayı imkânsızlaştırmasının yanında cariye arzını da sınırlıyordu ve işte bu göçler, Osmanlı asilzadelerinin bu düşkünlük zamanında gerçek bir rahatlama yaratıyordu.



Göçenler içinde Çerkezler’in ayrı bir ağırlıkta bulunması, ayrı bir öneme sahiptir; çünkü Kafkasya'nın bu yerli halkı, yiğitliği kadar güzelliğiyle de bilinmektedir. Öyle ki, Orta Çağ'dan beri Mısır'dan İstanbul'a ve oradan Moskova'ya kadar bütün saraylarda Çerkez prensesler, en çok istenenler arasında baş sırada oldular ve Çerkez cariyeler, bütün sarayları doldurdular. Bu nedenle, 2 Temmuz 1864 tarihinde ünlü telgrafıyla Grand Dük, Çar'a, artık Kafkasya'da yenilmemiş bir tek aşiretin bile kalmadığını müjdelediği zaman "Büyük Çerkez Göçü" çoktan başlamış bulunuyordu ve İstanbul, Çerkezlerle doluyordu. Gelenler, sarayın ve diğer Osmanlı asilzadelerinin cariye talebini karşılamalarının ötesinde, yüksek Osmanlı bürokratlarının konaklarına da yetiyordu; "Çerkez Halayık" bu dönemden sonra, İstanbul’da günlük yaşamın parçası haline gelmiştir. Bütün yorulmuşluğuna rağmen Kafkasya üzerindeki iddialarından vazgeçmeyen Osmanlı sızmalarına karşı kendisini güvenceye almak isteyen Rusya, rusifıkasyona bu en dirençli halkı dize getirmekle yetinmiyor ve Rusya'nın başka yerlerine ve tercihen de Osmanlı topraklarına göçe zorluyordu. Coğrafyanın bu bölgesinde, Çerkez halkının trajedisi, ancak elli yıl kadar sonra daha büyük bir şiddetle çıkmış olan Ermeni halkının dramatik göçüyle karşılaştırılabilir; ikincisini daha iyi biliyoruz. Birincisindeki dramı, yatak odası kokulu edebiyatla örtüyoruz.



Çerkezler’den "iyi" cariye veya dadı olması, sadece güzelliklerinden kaynaklanmıyor; Çerkezler’de, Batı'da bilinenlerden çok daha katı bir feodal düzenin olduğu kesindir. Çerkez sisteminde çeşitli kastlar vardır ve bunların en üstündeki prenslerse sadece erkektir; Çerkez feodalitesinde de köleler olmakla birlikte Çerkez kadın da köle statüsündedir. Çerkez erkek, kadın üzerinde sonsuz hakka sahiptir ve düzen içi eğitimin son derece önemli olduğu Çerkez feodalitesinde, evlenecek kızın babası, kızının cinsel eğitiminden bile sorumludur; gelinle birlikte erkeğin evine cinsel yaşamda deneyimli bir kadının da öğretmen olarak gönderilmesi, bunun kanıtlarından sadece birisidir. Kadın, yükümlülüklerinden kocasının ölümünde bile kurtulamıyor; iç eğitim yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılan katı kurallara göre, Çerkez kadın, ölümden sonra da kocanın mezarına kırk gün gitmek ve her gittiğinde belli bir süre mezar başında durmak zorundadır.



Çerkez feodalitesinde çok katı düzenler vardır ve bunlar arasında geçiş mümkün değildir; daha asil düzenlere çıktıkça, iç eğitim daha da önem kazanmakta ve büyük bir disiplinle gerçekleştirilmektedir. Erkek çocuklar mutlaka aileden alınarak başka ve yine asil bir ailede uzun yıllar yaşamaya ve yetiştirilmeye zorlanıyorlar; bireysel ahlak yerine komünal bağlılığı vermede en önemli kurumlardan birisi olan kan davası, beklenebileceği gibi, Çerkezler’de de çok önemlidir ve kurallara bağlanmıştır. Bu halleriyle, her zaman güzel cariyeler sağlamanın yanında, gözü pek silahşorlar de çıkarmışlardır.



Feodalitede, sadakatin bir hoş eğimine rastlayamıyoruz; yüksek ve düz bir doğru üzerinde uzun süre var olduktan sonra, keskin bir düşüşe geçebiliyor ve bu haliyle, matematikteki "kinked" doğruyu andırıyor. Bu nedenle, feodaliteyi yüksek sadakatle yüksek sadakatsizliğin keskin bir köşede buluştukları bir düzen olarak da algılayabiliriz; kapitalizmden farkı, bunda sadakatin hiç bulunmamasına karşılık, eğer öyle söylenebilirse, sadakatsizlik hep "hoş" bir eğri çizmektedir. Mısır'daki, Arapça’sıyla "Memluk" ve Türkçe’siyle "Köle" devleti, bir açıdan da, sanki bunu ispat etmek için var olmuştur; Kıpçak Türkleri'yle Çerkez silahlı kölelerinin uzun yıllar buraları başarıyla yönettiklerini biliyoruz. Ancak İslam Ansiklopedisi'nin aktardığına göre, 1412 tarihinde tarihçi El-Kalkaşandi, o tarihte, Çerkez tarafının yönetimdeki bütün Türkleri temizlemiş olduklarını saptıyordu. Dolayısıyla, bu tarihin pek görkemli "Köle" devletinin, XVI. Yüzyılın başında Osmanlı Sultanı Selim tarafından tasfiye edildiği zaman, bir Çerkez dinasti tarafından yönetildiği kesindir.



Osmanlı, Mısır'dan, herhalde bir Çerkez kölenin elinden aldığı hilafetin dışında, başka Çerkez zenginlikleri de getirmiş olmalıdır; ancak Osmanlı düzeninin Çerkezler’le asıl karşılaşması daha sonradır. Profesör Karpat, sadece 1859–1879 yılları arasında, büyük çoğunluğu Çerkez olmak üzere 2 milyon Müslüman halkın Rusya'yı terk ettiğini haber veriyor; beş yüz bininin, hedefine ulaşamadığı ve telef olduğu tahmin ediliyor. Ölenlerin kesin sayısını hesaplamak ve hatta tahmin etmek, kuşkusuz mümkün değildir; ancak, Rusya kayıtları da pek çok ölüm olduğuna işaret ediyor ve bu nedenle, tıpkı Ermeni halkının acılı yazgısında olduğu gibi, konu her türlü tahmine elverişlidir.



Göçler çok büyük ölçüdeydi ve bu nedenle İstanbul'da bir "İdare-i Umumiye-i Muhacirin" komisyonunun kurulması ihtiyaç olmuştur. Yalnız burada küçük bir not gerekiyor, hem açıklamalarım ve hem de rakamlar, göçün hem Çerkezler’den ibaret olmadığını ve hem de Çerkezler’in Rusya karşısında kesin yenilgilerinden önce başladığını gösteriyor; yine de daha öncesine gitmekle birlikte, Kırım Savaşı'nın, Türkiye'ye, "Nogay" adıyla da bilinen ve Rusyalılar’la bizlerin Tatar dediğimiz bir halkın göçünü hızlandırdığını görüyoruz, Tatar göçü de, Kırım Savaşı'ndan sonra ve Osmanlı hezimetlerine paralel olarak sürüyor; Osmanlı yönetiminin göçenlerin hiçbir zaman bir yerde toplanmalarına izin vermediğine tanıklık ediyoruz. Buna karşın Tatarlar, Eskişehir'le Ankara yakınları arasında ve özellikle Eskişehir Ovası'nda önemli bir yoğunluğa erişebilmişlerdir.



Fakat 1862–1865 yılları arasında çok büyük yoğunluğa ulaşan "Büyük Çerkez Göçü", hem zamanında yarattığı problemler ve hem de daha sonraki tüm gelişmelere uzanan gizli kanalları nedeniyle çok daha önemlidir; belli çözümlemelere imkân veriyor. Bu arada son zamanlarda yayımlanan bazı çalışmalar da, Osmanlı yönetiminin bu göçleri dağıtırken çok net bir politika izlediğini gösteriyor; göçenleri yerleştirmede hiçbir tesadüfün yeri olmadığı netlikle ortaya çıkmaktadır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://ortasogutlukoyu.forumdizini.com

Çerkez Göcleri Nedeni

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Web Sitesi : WwW.OrtaSogutlukoyu.Tr.Cx :: Çerkez Göcleri -
forum kurmak | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Son tartışmalar